10 Kasım 2016 Perşembe

Sınırlar

ne çok sınır var önünde
dikenli tellerden örülü duvarlar
istediğin kadar görmezden gel
çarpacaksın...

elin yüzün kanayacak çarptıkça
zaman geçtikçe hayallerin  kanayacak
çarpmam sandığın her sınır
bir mayın olacak yüreğinde patlayacak
.....

8 Kasım 2016 Salı

Manastır

''Manastır'ın ortasında var bir çeşme
Canım çeşme
Bu yurdun kızları hepside seçme
Biz çalar oynarız........''
......

Manastır'dan ayrılalı elli yıl olmuştu.hala Manastır türküleri söyler,köyünü hayal ederdi türkülerini söylerken.hayallerde mekanlar hiç değişmiyor.zaman uğramıyor hayallere.hayallerinde köyü hep bıraktığı gibiydi,zaman değmemiş olabilir miydi hiç o küçük köyüne , yemyeşil ovalara , iki katlı ahşap evlere,ovalar boyunca uzanan yemyeşil bağlara...hayaller hepimizin özgürlük alanı.kimsenin dokunamayacağı en gizli bahçelerimiz.o da köyünü hep çocukluğundaki gibi hayal ederdi.hayali bile güzeldi...

zaman geçtikçe hasret büyüyordu.sanki doğduğu şehre gitse yine yedi yaşında,yine annesi hayatta,yine Petro sokağın başında olacaktı.o yüzden sürekli beni oraya getirin diyordu.doğduğum topraklara getirin.ölmeden önce son bir kez göreyim;bir avuç toprak alayım köyümden yarın bir gün ölünce mezarımın üstüne atın.memleket toprağıdır.ana gibi sarar cansız bedenimi.vasiyetimdir ha unutmayın..memleket özlemi daha ne kadar derinden anlatılabilirdi ki..daha ne kadar çok özlenebilirdi bir kara parçası......

yarı Bulgarca ,yarı Arnavutça,yarı Sırpça yarı Türkçe'ydi kullandıkları dil.bir kültür mozaiğiydiler.yaşadıkları coğrafyanın her rengi mevcuttu dillerinde,sözlerinde,yaşam şekillerinde.yüzyıllardır kardeşçe yaşamış milletlerin son temsilcileriydiler.onlardan sonra gelen nesil yani bizler belki onlar kadar bu yüzden hoşgörülü değildik.belki bu yüzden hep anlayış sadece dilimizdeydi.yüreklerimiz belki bu yüzden kaskatı.önyargılarımız bıçak gibi keskindi.

.............

4 Kasım 2016 Cuma

Zamane Yasları

ne sandın ne kadar sürer bir ölümün yası
şimdilerde beş gün
bilemedin bir hafta.
sonra hayata devam...
anayı ,babayı
sevgiliyi,eşi
unuturlar
zamanın kalpleri
dikerler başına bir servi ağacı
kendilerinden hayırlı
hiç yaşamamışsın gibi
unutup giderler
kalmış gibi hakkı
helal edip
unuturlar unuturlar.......

2 Kasım 2016 Çarşamba

Göç

hayatımızda ilk defa fotoğraf çektiriyorduk.nasıl heyecanlıydık anlatamam.fotoğrafçı Aleksa güldü halimize.kameranın ışığına bakın dedi .nasıl şaşkın çıkmışız o fotoğraflarda gülerdiniz görseniz. ...yıllar sonra baktıkça yüzümüzde acı bir tebessüm oluşturacak hayatımızın ilk fotoğrafını çekilmiş olduk.Manastır'a hem pasaport için fotoğraf çektirmeye,hem de elimizde avucumuzda ne varsa satmaya gelmiştik,altın ,gümüş bunları.evleri,mülkleri satamıyorduk.devlet buna izin vermiyordu.öylece bırakacaktık hepsini.malum önümüzde uzun bir yolculuk vardı.köklerimiz dediğimiz fakat belki iki yüzyıldır gitmediğimiz topraklara gidiyorduk.bundan sonraki hayatımız orada devam edecekti.çünkü artık Osmanlı ölmüştü,buralar artık müslüman toprağı değildi.ben henüz yedi yaşındaydım.burada doğup büyüdüğüm için farkı farkedemiyordum bile.ne oluyordu ki bir insan müslüman olmazsa Petro müslüman değildi ama her sabah sokağın başında bizi bekler topaç oynardık.dedemden öğrenmiştim bir insana kelime i şehadet öğretirsek müslüman olurmuş diye.Petro'yu bazen kandırmaya çalışırdım.hadi söyle eşhedü.....hayır hayır söylemem söylersem müslüman olurum derdi,o da dedesinden öğrenmiş demek ki.gülerdik.onlar da bize istavroz çıkarmayı öğretmeye çalışırdı.
    Manastır büyük şehir,yemyeşil güzel bir  şehirdi.Anadolu nasıldı acaba,heyecanlı olduğumuz kadar korkuyorduk da.hem burada topraklarımız vardı,arkadaşlarımız ,komşularımız vardı.nasıl bırakılırdı bunca şey.hiç olmamış gibi.annem çok üzgündü.kardeşleri,annesi ,babası hepsi Pirlepe 'de kalacaktı.mektup bile göndermenin zor olduğu zamanlardı.belki bir daha hiç görmeyecekti annesini,babasını,kardeşlerini.çok üzgün,çok endişeliydi.sanırım o günler düşmüştü karnına kanser illeti....göç tüm çilesiyle başlıyordu.

31 Ekim 2016 Pazartesi

Veda

    bir çığlık geldi en zayıf dalın en zayıf ucundan.acı,tiz bir çığlık.hoşça kal dedi galiba.öyle acıydı ki bu ses, kahırlı  bir ezgiden başka bir şey duyulmuyordu.iki damla aktı yere .bu dün yağan yağmurun yaprağa verdiği suni gözyaşıydı.yaprak dala veda ediyordu......
     
    kasabadaki  istasyon 1940'larda yapılmış,zaman yolculuğunda hissediyorsun içinde kendini.hele ki sonbaharda sarı yapraklar rayların üstünde uçuşurken, en güzel şiiri yazılıyor o an doğanın.elinde yanları hafif yırtılmış ,ipleri sarkan kırmızı valiz olan genç bir kız gözyaşlarını siliyor,dudaklarını ısırıp duruyor,acısını bastırmaya çalışırcasına.fakat ne mümkün.bazı acılar öyle kolay bastırılmıyor.yanında başında eski bir yemeni  ,üstünde basma etek ,yün hırka olan yaşlıca bir kadın kızın sırtını okşuyor''ağlama o kadar  evladım,hem okumaya gidiyon,ağlama ağlamayı getirir'' diyor ama gözlerindeki yaşı saklayamıyor.trene binme zamanı,son çağrı ;trenin içinden can havliyle el sallıyor anneciğine.su atıyor annesi ardından tez gelsin ,sağ salim gelsin diye.annesi kızına veda ediyor.......

 saatlerdir bekliyor bu kafede.anlaştıkları saat çoktan geçti.ne oldu ,başına bir kaza mı geldi diye endişelenmeye başlıyor genç adam.saatini bu kaçıncı kontrol edişi ,duvarlara bakıp of çekişi.haber de vermedi diyor.endişe duvarları çoktan haddini aştı.nerede bu?nihayet ağır ağır yürüyen ,pek özensiz giyimli ,buna rağmen fazlaca kendine güvenli bir genç hanım geliyor.oh diyor delikanlı ,çok endişelendim.başına bir şey geldi sandım.neredesin.buradayım diyor kız ,sakin ol.çocuk nasıl yani der gibi başını eğiyor .hayırdır diyor ne oldu niye geciktin.yok bir şey diyor kız.sadece gelmek istemedim.buraya kadarmış ben bu ilişkiyi sürdürmek istemiyorum diyor kız.kusura bakma ...saatler duruyor o an.zaman duruyor.yerçekimi duruyor,kara delikte sürükleniyor sanki genç adam.erkeklik de var serde.ağlayamamak da zor.kaskatı kesilmiş elleri buz.bakışları buz.kız sırtını dönüp gidiyor.delikanlı sevgilisine veda ediyor......

bir gün önce elli yılını paylaştığı hayat arkadaşını bu kara toprağa vermiş yaşlı adam.o kadar üzgün ki ağlıyamıyor bile.son günlerini hep not etmiş.bugün ilacını içemedi,bugün ateşi çok çıktı,bugün gözlerime baktı .... ...o kadar acı bir kayıp ki  sözcükler,gözyaşları,ahlar vahlar hiçbir şeyle ifade edilemiyor .dün ayakları geri geri giderek verdiği toprağı bugün eşiymişçesine okşuyor .dün bir yabancıydın toprak.bugün eşimsin,canımsın diye geçiriyor içinden.ne anlamsız yıllarını bir toprağa vermek.inşallah cennet vardır ,inşallah ahiret vardır,inşallah ruhlar gerçekten de ölümsüzdür diyor içinden.ya hepsi bir yalansa.buna nasıl katlanırdım?sana diyor eşinin mezarına dönüp, tek sözüm var,bin kitaba bedel.seviyorum seni....adam hayat arkadaşına veda ediyor.......

28 Ekim 2016 Cuma

Gerçek

evet biliyorum
herkes kutsal
hepiniz sofu
bir ben günahkar
bir ben deli
evet evet haklı olabilirsiniz
açtığım her kapı başka bir kapıya açılıyor
binlerce başka kapıya çıkıyor tüm kapılar
çalmasını bilmezsen açılmaz derler kapılar
belki açılsın istemiyorumdur
kim bilir...

siz sofular bilirsiniz
gerçek toprak üstünde mi
altında mı?
ellerimizle kazarsak çıkar mı?
nice hayat göçüp gitmiş onun peşinde
bir bilinmeze,
ben gitsem çok mu?...

evet haklısınız
hepiniz alim,hepiniz sofu
bir ben günahkar
bir ben deli
az bile deliliğim
zır deli olmak gerek bu dünyaya
hepinize fısıldamalıyım
avazım çıktığı kadar
gerçek yok
boşuna aramayın diye...................

29 Eylül 2016 Perşembe

Büyü

dolunayda, bir mezarlıkta
tütsüler yaktım,
aklın varsa uzak dur benden
ölene dek değil
 çürüyene dek sürecek üzerindeki büyü.
mezarının üstünde  otlar kuruyana dek
rahmete muhtaç olana dek
......
karanlık bir yoldaşın var artık
nefes gibi her an yanında,
bedeninde,ruhunda
kara bir duman
geceleri ayak ucunda
hissedeceksin her gece
benden sana hediye
kara büyülere sardım seni
çürüyene dek
ifritler üfleyecek ruhunu
pişman olduğun an'a dek.....

 Kumrularin sesleri kesildi  Yaz günleri gibi günaydın demiyorlar bana artık. Olsun . Iyi olsunlar da Varsın başka gökyüzü altında yaşasinla...